Hüsnü Ağabey ile Alakalı İstifham Üzre Bir İzahat
- “Ehl-i Hak, yalnız hak için bahse girişmeli. Hak için bahse girişen izhar-ı fazl etmez. Yalnız hakkı arar. Hak hangi tarafta olursa olsun, kemal-i şevk ile alır. Hatta, hak, hasım tarafında olsa, halis bir hakperest daha ziyade sevinir.”
- “Bu işi ben sa’yim ile, kudretim ile kazandım diyen huddam, o gün görecekler ki, o mukaddes hizmet, zahiren ehliyetsiz görünen, hakikaten çok değerli diğerlerine devredilmiş olur kanaatındayım.”
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Hizmetkarları :
- Tahiri Mutlu
- Zübeyir Gündüzalp
- Ceylan Çalışkan
- Mustafa Sungur
- Bayram Yüksel
- Hüsnü Bayram
- Üstadımızın hizmetkarlarına ya iftira atmak,
- yahut Onların gıybetini yaparak münafıkane planlar çevirmek..
Hamisen: Üstadımızın Varis ve Vekili Hüsnü Bayram Ağabey ile beraber hasbel kader bazı seyahatlarda bulunuyoruz. Türkiye’den ayrıldığı gün ya hakkında yazı neşrediliyor yahut hiç alakası olmadığı halde bir takım şeylere alet edilmeye çalışılıyor.
Bu yazılar bazen uydurma, bazen yalan, bazen iftira halini alıyor. Şahsı ile alakalı söylenen hiçbir şeye ehemmiyet vermiyen Hüsnü ağabey (hakikaten birisinin yazmış olduğu yazı kendisine okunduğunda acı bir tebessümden başka hiç bir kelam etmedi, yazık dedi sadece..hatta acaba üzüldümü diye tesellikar birşeyler söylemeye çalıştığımızda bırakın kardeşim demek ki hizmetimizde kusurumuz olmuş ki Cenab-ı Hak O’nu böyle insafsızca konuşturmuş demekle yetindi.)
Hizmete teallük eden mesailde ise bir Arslan oluveriyor. Katiyyen ve katıbeten hizmetin istikamet ile devam ve ihlas ile tealisine ilişecek en cüzi meseleyi de kabullenemiyor. “Üstadımızdan aldığımız ders ve ettiğimiz yeminin ve Onun bize itimadının lazımı ne ise onu yapıyorum” diyerek müdahale ediyor..
Ben bakıyorum ne diyorsa Nurlardan diyor, halimizi tashih ediyor, Üstadımızdan gördüğü gibi, ayine gibi bize anlatıyor, nefsime ders alıyorum, bir bakıyorum, “Nereden çıktı bu Abi” diyecek kadar kabalaşanlar ortaya çıkıveriyor.
“Hüsnü Ağabey şu gençlerle beraber” diye mesela yalan söyleniyor, yanlış yayın yapılıyor, Hüsnü Ağabey bu iftirayı düzeltmek için lahika yayınlıyor ve lahika, serapa sadakat dersi oluyor. *O Lahikayı okumak için >> TIKLA
Son olarak bir mesaj okundu Hüsnü Ağabeye. O da tashih etti, bana emretti ben de konuştum ve o hususi gruba gönderdim, sonra bizim haricimizde yayıldı bu sesli mesaj. Üstadımızın hukukunun hatırı için yazacağım;
Ta ki hiç kimse üzerine de vazife değilse Hüsnü Ağabeyin sesli ve yazılı paylaşımlarından rencide olmasın, yarası olanlarda bu Nurlar ile büyümüş Hekim-i Hazığın yumuşak sürdüğü merhem yaramızı kanatıyor demesin, bu Üstadın yanında yetişmiş cerrahın iyi bilenmiş bıçağına incitiyor demesin, nurlardan verdiği şuruba boğazımızı yakıyor demesin, ve muktezay-ı hale münasib söylenmiş kelama fuadımızı eritti, rencide olduk demesin…
Biz bunu kendimizden uydurmuş değiliz, bir ağabeyi de öne çıkarmak için bunu söylemeye lüzum yoktur. Zira Nur davası manevi bir davadır, beyan-ı envar-ı Kur’aniyyede Üstadımızın hakiki varisleri saffı evvel ağabeyler ve başta Hulusi, Sabri, Süleyman ve Bekir Ağa olmak üzere Tasdik-i Gaybi’de 8 asır evvel müjdesi verilen zevat-ı alicenabdır ki talebeliğin, kardeşliğin ve arkadaşlığın hakkını bihakkın eda etmişlerdir.
Veraset ile alakalı zaman zaman kendisine sorduğumuzda(Hüsnü Ağabeye) “Kardeşim sizler hepiniz Üstadımızın varislerisiniz” diye defaatle buyurmuş ve “Aslolan cennet gibi bir fiyatı bize kazandıran Nurlara karşı sadakat ve kanaatımızı muhafaza etmektir” (Kastamonu Lahikası) diye yine enzarı Nurlara çevirmiştir.
“Herbir kitap bir Said’dir” derslerde okuyoruz demiş ve “Sırr-ı Veraset-i Nübüvvet Sözler’de ve yazılan sair derslerde tecelli etmiş” (28. mektup, 3., 4. Meseleler, 1. Şua’, 1. Ayet olan ayetunNur ) diye buyurmuşlardır.
Fakat Hulusi Ağabey diyor ya ;
Üstadımızı son ziyaretimde, ayrılırken “Kardeşim Hulusi ne senin için, ne benim için korkma! Fakat Sözler için ihtiyat et! “ buyurdukları gibi işte Üstadımız Sözler için bir ihtiyat ve hizmetlerin devam ve tealisinde bir tedbir olarak son on senesinde yanına bazı ağabeyleri almış, herkesi ziyaretine kabul etmeyen Üstadımız, ve neredeyse umum hayatı inziva ile geçmiş bir Zat son devrey-i hayatlarında 6 talebesini hem hizmetine hem yanına almış..
Sadece şahsi hizmetini değil umumi hizmetin gidişatında da Onları bir esas merci kabul etmiş ve zaman zaman ziyaretlerine gelenlere bu manayı ders vermiş.
Hüsnü ağabey bazı neşriyat gruplarıyla hizmeti, nurları tanıyan birisi de değildir… Onu bizim methetmemize de ihtiyacı yoktur, zira methedilmek en ziyade hoşlanmadığı bir husustur. Hatta ceketini tutmamız bile kendisine ağır geliyor ve aşırı hürmet ve teveccühten acib bir tarzda rahatsız oluyor ve hatta bazen güceniyor.
Her meseleyi istişare ediyor, soruyor, fikir alıyor, fevkalade kibar ve nazik, Üstadımın Onun hakkında Nurlarda söyledikleri zaten kafidir, ve Üstadımızın hususi hatırat nevinden söylediklerini yazsak bir kitap olur fakat o ne bunları nazara verip anlatıyor ne de bazen mahremce anlattığı hususları neşretmemize müsade ediyor.
- “Cenab-ı Hak Hüsnüyü nurlara bağışlasın ve muvaffak eylesin… Safranbolu’da ki halis kardeşlerimizden Hıfzı’nın küçük medrese-i nuriyesi olan hanesindeki küçük ve çok çalışkan masumları yedi yaşında Yılmaz ve on üç yaşında Hüsnü‘nün…
- Safranbolu kahramanı berber Hıfzı ve evlatları Hüsnü, Yılmaz iki masum Nurcu…
- Hayatlarını hizmet-i İmaniyeye ve Nuriyeye vakfeden ve hizmetimde bulunan Sungur, Zübeyir, Ceylan, Bayram, Hüsnü, Yılmaz gibi aynı onların (saff-ı evvellerin) mahiyetinde HAKİKİ EVLADIM olarak onları kabul etmişim…
Emirdağ lahikalarında geçen bütün vasiyetlerde ismi bulunan Hüsnü Bayram ağabeye Üstadımızın itimadına bakınız ! Bir de bazılarının hezeyanına..
ÜSTADIMIZIN SON VASİYETİ
*Hüsnü Ağabey bu vasiyet yazılırken kendisi Eskişehir’dedir,
(zira işte bu manevi verasette mesela hiç kimse Hulusi Ağabeye yetişemiyor, essebebu kel fail sırrıylada saffı evvellere yetişmek muhal bununla beraber ihtimal yanında hizmetinde bulunanlar bütün talebelerin fevkinde fakat bu tefevvük sırrıyla bu vasiyet yazılmıyor …)Benim en yakınımda hizmetimde olup
(evet çöpten ekmek toplamasalarda Karakol, Hapis, Zehir, Sürgün, İdam tehditlerine beş para ehemmiyet vermemiş ve en lüzumlu ve en nazik zamanda Afyon hapsinin akabinde, Halk Partisinin zulmünün zirvede olduğu, gençleri ihtiyarlatan kara günlerde Üstadlarının yanında hayatlarının baharını geçiren fedai Nurcular, hizmetkar ve talebeleri…)Bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler
( Üstadımızın tarz-ı harekat-ı hattına herkes müttali değil, arzuy-u üstadanelerine herkes vakıf olamıyor..)Ve yakından görenler içinde, dört beş adamı MUTLAK VEKİL yapıyorum.
(işte malum bazı çevreler dem ve damarlarında bıraktıkları aşılanmayla his ve hevesinden vazgeçemeyip acib bir enaniyet ile Üstada ve vasiyetlerine cerbezeli tevillerle itiraz edip onları adeta kızdıran ve inkar ettirten bu kelime; MUTLAK VEKİL.. Üstadımız gelişi güzel kelime seçmez, oraya buraya çekip tevil de etmeyin, kelam da net, makam da net…)Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam
(yani ben öldükten sonra yahut hayattayım fakat beşeriyet hali şuursuz kaldım, hastalandım, vesair ne olduysa oldu işte hayatta olsam bile halim buysa..)Nurlara karşı hizmetin tarzını
(Nurlara karşı Üstadımızın hizmeti nedir, neşirdir, tebliğdir,tashihdir, muhafazasıdır, sadakat ve kanaatle Nurların okunması, yazılması,baskısı, tayinatı, ve daha evvelki vasiyetlerde ki tavzifat ve arzularının yerine getirilmesidir…bir de bir tarz var, senin benim heveskarane tarzımız değil yani, hadisatın hükümleriyle kafa fenerimizle vereceğimiz kararlar, meşveretler, istişareler, toplantılarla değil bu tarz, bu tarz sadakat, kanaat, ihlas ve takva üzre bina edilen manevi bir tarz ki çoğumuz anlayamıyoruz)Bilerek tam yapabilsinler.
(bu bilerek kelimesi de mühim, 11.söz e havale etmekle beraber, bilmeden de çok şeyler yaptığımıza işaret var..)Şimdilik Tahiri, Sungur, Ceylan, Hüsnü ve bir iki adam daha MUTLAK VEKİLİM olarak vasiyet ediyorum.
(Demek ki bu mutlak vekil manası dendiği gibi eskiden gündeme gelmemişte ne hikmetse son günlerde gündeme gelmiş değildir, fakat yarım asırdır bazı çevrelerin gündeminde yok ki zaten abiler, yok ki zaten Üstadımızın vasiyetleri, bir siyasi partinin liderine uyduruk hatıralarla yapılmaya gayret edilen hürmeti Üstadımızın gözbebeklerine yapmadılar, ne diyelim namazda gözünüz yok ki ezanda kulağınız olsun, dikkat buyurun aynı paragrafta iki defa MUTLAK VEKİL diyor.)Anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az…
Hüsnü Ağabey 9 yaşında Nurları neşretmiş, Üstadımızı sevinç gözyaşlarıyla ağlattırmış, Safranbolu’da, Karabükte, Emirdağda, Isparta’da, İstanbulda, Konyada, Urfada Üstadının yanı başında olmuş ve bütün külliyatı inci gibi güzel hattıyla yazmış!!!!! bütün evradı kudsiyey-i nuriyeyi defaatle yazmış ve Sevgili Üstadımız o evradların herbirisine ayrı ayrı, herbir duaya ayrı ayrı dualar yazmış. Üstadımızın bu evlatlarına olan muhabbete bakınız ki Hüsnü Ağabey askerliğini yaparken Üstadımız laakal iki haftada bir kendisini ziyaret etmiş. Biz askerdeyken peder valide yemin törenine ancak gelebilmişti. İşte Üstadımızın muhabbetini böyle kazanmış bir Ağabey.
“48 senedir bu işin içindeyim, neyin ne olduğunu biliyorum. bir ordu askeri avucumun içinde gezdiririm.maalesef yüzüme karşı iyi görünüyorlar. fakat neler yapıp nelere çalışıyorlar. .. beddua ederim. evleriniz başlarınıza yıkılır. buradan başka dershane yoktur! dershane burasıdır! Orayı dershane bilenler buraya gelip fitne çıkarmasınlar. cemaati dağıtmasınlar. ..
.. Risale-i nur talebesi siyasete karışmaz. ben ahmak değilim. ahmak olanlara bu sözlerimi söyleyiniz. benim ne olduğumu bilmiyorlar. neyin ne olduğunu ben biliyorum fakat sabrediyorum. belirli bir sabrım vardır fakat sabrım taştımı ne yapacağımı ben bilirim. orayı dershane olarak tanıyanlar buraya gelip aramıza girmesinler, buradan başka dershane yoktur. oraya ayak basanları orayı dershane olarak tanıyanları tanımıyorum. buraya ayak basmasınlar ve gelip gitmesinler. aramıza iki yüzlü münafıklar girmesin. canım sıkıldığı zaman uyuyamıyorum. bu nifak ve şikak heryerde olmuş. Allah sonunu hayretsin. O pisliğe burnunu sokan bir daha o pislikten kendini kurtaramaz ve Nur hizmetini huzurla yapamaz…”
Mehmet Feyzi Efendi anlatıyor,
(…. İstanbuldan) ekibi geldiler, küstahca bana şöyle yapın böyle yapın dediler, ders usulu şöyledir, matbuat böyledir, neşriyat şöyledir… Siz Türkeş’e nasıl selam gönderirsiniz, meşveret kararımız böyledir, dedim ki bakın Türk Milliyetçiliği uryandır, çıplaktır, islamiyet libasını giydirmek lazımdır sakın onların aleyhinde bulunmayın dedim, Efendi biz ne diyoruz şöyle yapın böyle yapın diyoruz diye üsteleyince gelenler, Hiddetlendim, bana bakın Ben Üstadımızın imtihanından geçmişim, beni Said Nursi imtihan etmiş, o imtihanı geçip hizmetine kabul edilmişim, siz kimsiniz, siz beni imtihan edemezsiniz ben sizi imtihan ederim diye kovup tardediyor…
Envar Neşriyat öne çıkarılıyor deniliyor ki iftiradır, neşriyatın ismi bile geçmedi, fakat müsbet yayınevleri diyerek 3-4 yayınevini tam Üstadımıza sadakat göstererek yayın yaptıklarından yine sadakatin bir dersi olarak o yayınevlerine atıfta bulunuyor. hangi yayınevleri tam sadakat ile neşir hizmetine devam ediyor ehline malumdur…
Sadeleştirme-Lugat meselesi arasında mühim bir münasebet olduğu kanaatındayız, bunu da Hüsnü Ağabey defaatle ifade etti. Bu ifade yine Üstadımızdan aldığı derse binaendir, Atıf ağabeyle olan hatıra buna delildir. Eser üzerinde tasarrufa mezun değiliz, bunu neden anlamak istemiyoruz.
Üstadımız müsade etmemiş, babamın oğlu olsa, kainatı fethedeceğimi bilsem, yine Üstadıma muhalefet etmeyeceğim demek lazım değil mi…
Diyorsunuz ki Atıf Ağabeyin söylediği maslahatlara mebni bazı abiler istişare etmişler.
- Kimdir bu abiler?
- Salahiyetleri nedir?
- Nur’larda isimleri var mıdır?
- Mesela naşir midirler?
- Hangi hak ve hukuka istinaden tasarrufta bulunuyorlar?
İdam kararı veren hakimin kalemini kırdığı gibi kalemini kıracak. Hulusi ve Sabri abilerin Nurun her makamında birinciliği kazanmalarının esbabı iyi okunmalı. Onlar ulum-u islamiyete vukufiyetle beraber fevkalade bir kaleme de malik olmalarına rağmen, hayatlarının saadetini, gayesini sadece ve sadece Nurların neşri bilmiş ve kendileri yazmış gibi sahabet göstermişlerdir. Evet Nurlar ulum-u islamiyeye dair ihtiyaçlara kafi geliyor başka kitaplara ihtiyaç bırakmıyor.
Hem yine Kastamonu Lahikasında Üstadımız “Şimdi, tesanüdü bozmak ve bazı menfaatperest, fakat ehl-i ilim ve ehl-i dinden, Risale-i Nur’un cereyanına karşı rakip çıkarmak suretiyle intişarına zarar vermeye çalışıyorlar.” buyuruyor.
“1954-55’li senelerdi. Zaman zaman Üstadımız beni dışarıya mektup var mı diye göndertirdi. Bu defa
–“Kardeşim git Çalışkanların dükkanına mektup var mı bak birde zamk ile beyaz kağıt al” dedi.
Gittim baktım bir zarf var. Üstadımıza getirdim.
–“Zarfı aç” dedi Üstadımız.
Risale-i Nur’da da mühim mevkisi olan bir Zatın gönderdiği bu zarfın içinden bir kitap çıktı. Kendisi bir kitap yazmış, Üstadımıza göndermiş. Ben bilmiyorum ne hikmetle bana zamk aldırdı. Üstadımız;
–“Oku kardeşim ne yazmış” dedi.
İlk sayfayı okumaya başladım, yazdığı yarım sahife Risale-i Nur’dan 23. Söz idi. O yarım sahifeden sonra kendisinin izahı olan yarım sayfayı da okudum. Üstadımız,
–“O zatın kendi yazdığı kısmı ölç, kağıdı makasla kes onun üstüne yapıştır, kapat” dedi.
Sonuna kadar okuttu, ve okunan her sahifede Nurların geçtiği yerleri bıraktırıp, diğer kısımları zamkla kapattırdı. Bu kardeşimize gönderilmek üzere bir mektup yazdırdı,
–“Kardeşim selam ederim bu kitabı işte böyle neşredebilirsin” buyurdu ve kitabı göndertti.
Öyle ki Nurlarda olmayan “ve” ye kadar Üstadımız çıkarttırdı.